16 Ocak 2015 Cuma

BİR TEKNİK ADAMDAN FAZLASI ARSEN WENGER


DÜNYA futbolunun değerlerini ve ekonomisini tamamen değiştiren Arsene Wenger son yıllarda performansıyla tartışılan isimlerin başında geliyor.

1996 yılında menajer George Graham’ın transferlerden komisyon aldığı iddiasıyla kovulmasının ardından Arsene Wenger, kulüp tarihinin Britanya dışından ilk hocası olarak göreve getirildi.
Görüntüsüyle teknik direktörden çok “öğretmene” benzetilen Wenger’i kabullenmek Arsenal taraftarı için kolay olmadı. Ancak Fransız teknik adamın kendini ispat etmesi çok uzun sürmedi. Göreve başladıktan bir yıl sonra Arsenal’in beş sezonluk şampiyonluk hasretini dindiren Wenger, Manchester United hegemanyasını da yıkan isim oldu.


FELSEFESİ TAKLİT EDİLDİ


ARSENE Wenger görevde kaldığı 16 yıl boyunca hem Arsenal’in hem İngiliz futbolunun çehresini yeniden şekillendirdi. Önce takımın savunmaya dayalı futbol anlayışını değiştiren Wenger, uyguladığı antrenman programlarıyla Arsenal’e yeni bir sistem getirdi. 
Klasik 4-4-2’yi değiştiren ve beklerden hücuma destek veren kanat oyuncuları yaratan Wenger, hızlı paslarla uyguladığı dikine futbol anlayışıyla da tarihin gördüğü en görkemli takımlardan birinin temelini attı. Bu anlayış ilerleyen yıllarda diğer kulüpler tarafından da başarılıyla taklit edildi.


YENİLMEZLER ONUN ESERİ


WENGER’in dünya futbol tarihine bıraktığı en önemli eser ise 2003-04 sezonunda yazıldı. Tek bir mağlubiyet almadan Premier League şampiyonluğunu kazanan Arsenal ülkede “Yenilmezler” lakabını alırken, tüm gözler Wenger ve uyguladığı sisteme çevriliyordu. 
Şimdilerin uzay takımı olarak adlandırılan Barcelona bile böyle bir rekora erişemezken, tam 49 maç yenilmeyerek İngiltere rekorunu kıran Arsene Wenger, methiyeleri ve büyülü anları bir kenara bırakarak yepyeni bir takım için çalışmalara başladı.


SAYISIZ YILDIZ KAZANDIRDI


OYUNCU seçimi ve ekonomik yönden verdiği doğru kararlarla futbol profesörü olarak anılan Wenger’in en önemli özelliklerinden biri de dünya futboluna armağan ettiği yıldızlar oldu.
Henry, Anelka, Vieira, Pires, Ashley Cole, Kolo Toure, Van Persie, Ljungberg, Overmars, Petit, Wiltord, Fabregas, Rosicky, Emmanuel Eboue, Denilson, Nicklas Bendtner, Alexandre Song, Carlos Vela, Theo Walcott, Aaron Ramsey ve Jack Wilshere gibi isimlerin potansiyelini fark eden Wenger onları unutulmaz birer yıldız haline getirdi.


MÜHENDİS, EKONOMİST VE TEKNİK ADAM


ARSENE Wenger’i farklı kılan en önemli özelliklerden biri de birden fazla unvana sahip olması. Straasbourg Üniversitesi’nde elektrik mühendisliği okuyan ve Robert Schuman Üniversitesi’nde ekonomi masterı yapan Wenger bakış açısıyla normal teknik adam profiline hiçbir zaman uymadı. Olaylara her zaman çok yönlü bakabilen Wenger, inşa edeceği takımın hem mühendisi hem ekonomisti hem de teknik direktörü olmayı başardı. Bildiği 6 dil (Fransızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca, İspanyolca, Japonca) ise oyuncularıyla bire bir bağ kurmasında onun en büyük silahı oldu.


YILDA 15 MİLYON POUND


WEAH gibi bir efsaneyi cebindeki 50 Pound ile ikna eden Wenger için transferlerde harcanacak ücret her zaman önemliydi. Yıllık 15 milyon Pound gibi rakamlarla Arsenal’in transferlerini tamamlayan Wenger, sattığı futbolcularla da İngiltere’de kulübünü kâra geçiren tek teknik adam olma özelliğini de yıllardır başarıyla koruyor.


EĞİTİMİNİ PUB’DA ALDI


“BİR pub’da büyümekten daha iyi bir eğitim düşünemiyorum. Orada konuşan insanlardan, futbol, taktik ve oyuncu seçimi hakkında çok şey öğrendim. Kimin nerede oynaması gerektiğinden, kimin o sırada sahada olması gerektiğine kadar...” Wenger her zaman insanlardan aldığı ilhamın kendisi için önemli olduğunu vurgularken, futbola olan ilgisinin nasıl başladığının ipuçlarını bu sözlerle veriyordu.


UZAKDOĞU MUTFAĞI VAZGEÇİLMEZİ


OYUNCULARININ gelişimiyle bire bir ilgilenen ve her zaman bir teknik adamdan daha fazlası olmaya çalışan Wenger, Japonya yıllarında edindiği bilgilerle futbolcuların beslenme alışkanlıklarıyla da yakından ilgileniyor. Uzakdoğu mutfağından aldığı ilhamla futbolcularının beslenme düzenini değiştiren Wenger, genç oyuncularına yolun başında rehberlik etmeyi kendine görev biliyor.


EN BÜYÜK TAKINTISI MONTU


ARSENE Wenger’in her maç üzerinde görmeye alıştığımız, neredeyse kendisinden iki beden büyük ve fermuarı kapanmayan mont, Fransız teknik adamın en büyük takıntısı olarak görülüyor. İngiliz basınının vazgeçemediği bu malzeme Wenger ile özdeşleşen kült objelerden birine dönüştü.


ŞİMDİLERDE TARTIŞILIYOR


ARSENAL için yaptıklarına rağmen takımın son 7 yılda tek bir kupa bile kazanamaması taraftarların Wenger’e olan bakışını değiştirdi. Tam 16 yıl boyunca “Sana güveniyoruz Arsene” diye haykıran Emirates tribünleri şimdilerde “Yeter artık Wenger” nidalarıyla inliyor.
2012-13 sezonunun ilk 6 aylık finansal raporunda kulübüne 17,8 milyon Pound kar getiren, yetiştirdiği sayısız yıldızı yeşil sahalara armağan eden ve gençlere sonuna kadar destek veren Wenger’e inanmamak kim ne derse desin futbola ihanettir. 
Kendisinin de dediği gibi; “Ben geldiğimde kimse yabancı teknik direktörlere inanmıyordu; ancak şu anda her gelen yabancının ayaklarının altına kırmızı halılara seriliyor…”
KAYNAK : http://m.hurriyet.com.tr/Haber?id=22703080

15 Ocak 2015 Perşembe

TUTKUMUZ OLAN OYUN FUTBOL'UN GELİŞİMİ


Futbolun Tarihsel Gelişimi

Günümüz futbolunda gelinen noktayı doğru analiz edebilmek için, futbolun tarihsel gelişimini ve hangi koşullar altında ne şekilde bir endüstri haline geldiğini iyi bilmek gereklidir. Mucidi oldukları modern futbolun tarihi kendi futbol tarihleri ile birlikte anılan İngilizler, yüzyıllardır oynadıkları bu güzel oyunu, toplumlarının gelişimi üzerinde önemli bir etkisi bulunan 19. Yüzyılın 2. yarısından itibaren ulusal sporları olarak sistematik bir şekilde aşama aşama geliştirerek, dünyaya ihraç ettikleri büyük bir sektör haline getirdiler.

 

Topa benzeyen bir şeklin peşinden koşan insanların ilk mevcudiyeti M.Ö. 2000’li yıllarda Çin’deki Han Hanedanı zamanına kadar gitse de, M.Ö. 600’lü yıllarda topla oynanan ilk oyunun antik Yunan literatüründe “çok sert ve vahşi” olarak refere edilen bir oyun olan “Harpaston” olduğuna inanılmakta. Eski Yunanca’da “El Topu” anlamına gelen ve bu açıdan günümüzde Hentbol, Rugby ve Amerikan Futbolu’nun atası olarak kabul edilen Harpaston’un basit tek bir kuralı vardı: Bir oyuncu gol çizgisini top elinde olarak geçerse veya gol çizgisi üzerinden geçecek şekilde bir takım arkadaşına pas atarsa, puan alırdı, diğer takımın amacı ise “ne şekilde olursa olsun” karşı takımı engellemekti. Romalılar, oyunun kurallarına topa ayakla vurmayı da ekleyerek, oyuna “Harpastum” adını verdiler ve Julius Sezar zamanında bu görsel açıdan bir çeşit kavga benzeri vahşi oyunu ileride modern futbolun beşiği olacak İngiltere’ye getirdiler.

 

Futbolun mucitleri

Harpastum’un kitleleri peşinde sürükleyen popüler bir oyun haline gelerek “Football” adını alması ise Ortaçağ’da yeni vatanı İngiltere’de oldu. Domuz derisinden yapılan oval şeklinde bir topun peşinde koşuşturan insanlar hakkında İngiltere’deki ilk resmi kayıt 1170 yılına kadar gitmekte. 14. Yüzyılın başında İskoçya’yı fethetmeye çalışan II. Edward İngiliz gençlerinin topun peşinden koşmaya gösterdiği ilginin orduya kayıt olmaya olumsuz olarak etki yapacağını düşünerek 1314’de ülkede ilk kez olarak bu oyunun oynanmasını yasakladı. Bu ilk yasağı ise 1331’de III. Edward, 1388’de ise IV. Henry’nin yasakları takip etti ve 1409’da İngiliz diline kelime olarak ilk kez giren “Football”u icra ederken “yakalananlar”, 20 Pens ödeyerek 6 gün hapis yatmakla cezalandırılmaya başlandılar. IV. Edward, V., VI., VII. ve VIII. Henry tarafından da “Babadan Oğula” geçerek üst üste uygulanan futbol yasakları, halkın bu heyecan verici aktiviteye gösterdiği yoğun ilgi nedeniyle, bir türlü efektif olarak uygulanamadı.
Uzun yıllar süren din savaşlarının ülke üzerindeki ağır tahribatına düzeni yeniden sağlayarak son veren Oliver Cromwell’in zamanında ise ağır cezalar nedeniyle, at yarışı, horoz döğüşü ve güreş gibi dönemin diğer popüler sporlarıyla birlikte futbol da, İngiliz toprakları üzerinde kısa bir duraklama dönemine girdiyse de, 1660’da Cromwell’in ölümünden sonra yavaş yavaş yeniden İngilizlerin günlük yaşamları içerisindeki yerini aldı.

 

Cambridge Kuralları

Uzun yıllar yoğun yasak ve cezalara rağmen kuralları ve standartları olmadan, amaçsızca topun peşinde koşan kitlelerin aktivitesi olan futbol, o dönemde sık kullanılan diğer bir ismiyle “Mob Football” (Ayaktakımı Futbolu), 19. Yüzyılın 2. Yarısından itibaren, Eton, Westminster, Harrow, Shrewsbury, Winchester ve Charterhouse gibi önde gelen İngiliz okullarının takımlar kurarak organize bir şekilde birbirlerine karşı oynama isteklerinin ortaya çıkışıyla birlikte, evrim geçirerek kuralları tanımlanan bir oyun seti haline bürünmeye başladı. Her okulun kendine has olarak oluşturmuş olduğu kurallar, birleştirici bir kodun mevcut olmaması nedeniyle, takımlar arasındaki maçlarda rekabete izin vermeyen bir kaos ortamına sebebiyet verdiğinde, futbol takımı olan okulların temsilcileri Cambridge Üniversitesi’nde 1848’de biraraya gelerek adına “Cambrigde Kuralları” denilen futbolun ilk kural seti üzerinde anlaşmaya vardılar. Artık oyuncular topa sadece ayaklarıyla vurabilecekler, sadece kaleciler topu elle tutabilecek ve aynı takımdan olan oyuncular aynı renkde formalar giyeceklerdi.

 

İlk futbol kulübü Sheffield

Futbolun kuralları standardize olmaya başlarken, futbol kulüpleri de tarih sahnesindeki yerlerini almaya başlıyor. Dünyanın ilk futbol külübü olarak 1857’de kurulan Sheffield FC’yi, 1862’ye kadar Sheffield Bölgesinde kurulan 15 takım takip ediyor ve bu kulüpler Sheffield FC’ın oluşturduğu kurallara bağlı olarak Sheffield Birliği adı altında aralarında maçlar yapmaya başlıyorlardı.


1862’deCambridge Kuralları revize ediliyor ve birçok okul takımı bu yeni kurallara uymayı kabul etmiyordu. Futbolu, diğerlerine göre daha büyük ölçülere sahip bir kalede oynayan Rutland Bölgesindeki Uppingham Koleji’nin öğretmenlerinden John Charles Thring, 10 Maddeden oluşan kurallarını 1862’de “En Basit Oyun” adı altında yayınlıyor, tekme atarak sadece topa vurulabilir gibi şiddet içermeyen, oyunu bütünleyici kurallar okullardan geniş kabul görüyordu.

 

İlk futbol federasyonu

Art arda birçok futbol takımının kurulmasıyla yokluğu hissedilir hale gelen düzenleyici ve idari bir organın ortaya çıkışı ise, modern futbolun kurallarının ana bir çatı altında standardize edilmesi amacıyla “Football Association”ın (FA, İngiltere Futbol Federasyonu) kurulmasıyla olacaktı.


Modern futbolun kodlarını oluşturmak için 1863 Ekim’inde Londra’da yapılan FA’nın ilk toplantısına katılan Kulüpler olarak Barnes, Blackheath, Perceval House, Kensington School, the War Office, Crystal Palace, Forest, the Crusaders, Charterhouse ve No Names of Kilburn tarihe geçiyorlardı. İlk toplantıda, 1858 yılında Barnes Futbol Kulübü'nü kuran Avukat Ebenezer Cobb Morley, FA’nın ilk sekreteri olarak seçiliyor ve Kasım ayında yapılan 2. toplantıda, Morley 23 Maddeden oluşan bir kural seti taslağını katılımcılara sunuyordu. Bu kurallar seti aslında o tarihe kadar okullar, üniversiteler ve kulüplerde oynanan futbol oyununun kendilerine has kurallarının bir birleşimiydi.


Katılımcılar arasında yaşanan yoğun tartışmalar sonucunda, FA, 8 Aralık 1863’de, bundan sonra ülke genelinde tüm futbol takımları açısından bağlayıcı hale gelecek olan “Futbolun Kurallarını” yayınladı. Oyunun kurallarının ilk defa olarak genel ve bağlayıcı bir standart şekline gelmesinden sonra, topun elle tutulmasının oyunun gelişimi açısından gerekli olduğunu düşünen takımlarla önemli bir yol ayrımına gidiliyor ve sert mücadelenin yol açtığı seyir zevki yüksek oyunun “sıkıcı bir şekilde” sadece ayakla oynanmasına karşı çıkan isyancılar, kendi oyunlarının kurallarını oluşturarak kurdukları “Rugby Union” ile yeni bir spor dalını o tarihdeki Avustralya, Yeni Zelanda gibi sömürgelerine hızla yayılmak üzere İngiltere’ye armağan ediyorlardı.

 

Kurallar yeniden yazılıyor

FA’nın 1863’de yayınlanan ilk kurallar seti 13 Maddeden oluşuyor ve ilk defa futbol sahasının maksimum uzunluğu 200 yard (183 mt.), genişliği 100 yard (91,5 mt.), direkler arasındaki mesafe ise 8 yard (7,3 mt.) olarak belirleniyordu. Ayrıca oyuna başlayacak takımı belirlemek için yazı tura atılması, santra noktası, başlama vuruşu, golün ne şekilde geçerlilik kazanacağı, frikik ve takımların formayla maça çıkması gibi modern futbolun alfabesi sayılacak kavramlar ilk defa futbol literatürüne giriyordu.
1870’de takımlar kalecinin de eklenmesiyle birlikte 11’er kişiden oluşmaya başlıyor, 1871’de ise hakemler oyuna ilk defa dahil olarak FA kurallarının saha içerisindeki uygulayıcıları konumuna geliyorlardı. 1872’de oyunun kuralları FA tarafından yeniden yazılıyor ve kaleci ile diğer oyuncular arasındaki görev tanımları netleşerek, kaleciler kalelerini korumak üzere ellerini de kullanmaya başlıyorlardı.

 

İlk Futbol Turnuvası

FA, 1872’de dünyanın ilk eleme usülü düzenlenen turnuvası olan “FA Cup”ı (FA Kupası) organize ediyor ve Wanderers, Royal Engineers, Hitchin, Queens Park, Barnes, Civil Service, Crystal Palace, Hampstead Heathens, Great Marlow, Upton Park, Maidenhead ve Clapham Rovers olmak üzere 12 futbol kulübü turnuvaya katılıyordu. Her katılan kulübün İngilizlerin 21 şilin kıymetindeki eski altın parası olan 1 Gine ödemek zorunda olduğu Londra’da düzenlenen tarihin ilk FA Kupasına, Nottingham ve Sheffield gibi uzak Bölgelerin kulüpleri seyahat masraflarının yüksekliği nedeniyle katılamıyorlar ve ilk FA Kupasını kaldırmak finalde Royal Engineers’i 1-0 yenen Wanderers’a nasip oluyordu.

 

Futbol sınırları aşıyor

Düzenleyici organ olarak FA’nın kurulmasıyla, kuralları öncelikle okul ve kulüp takımları tarafından genel kabul görecek şekilde standardize olan bu hareketli ve ilgi çekici oyunun, az bir ekipmanla ucuz bir şekilde neredeyse her yer ve hava koşulunda her yaşdan insan tarafından rahatlıkla oynanabilmesi ön planda, 1840’lardan itibaren hızla gelişen demiryollarının, halk kitlelerinin düşük maliyetle İngiltere içerisinde seyahat etmelerini sağlaması ise geri planda, futbolun önlenemez yükselişinde önemli pay sahibi olan gerçeklerdi.


Demiryollarının getirdiği seyahat rahatlığının etkisiyle futbol, İngiltere’nin sınırlarını aşıyor, başta Birleşik Krallığı oluşturan İskoçya, İrlanda, Galler olmak üzere İngiliz denizcilerinin de katkısıyla Fransa, İspanya, İtalya ve Almanya üzerinden tüm Avrupa’ya ve o tarihlerde yüksek sayıda İngilizin yaşadığı kolonileri Avustralya ile Kanada ve Güney Amerika kıtasında demiryollarını inşa ettikleri Arjantin ile Brezilya’dan dünyanın dört bir köşesine hızla yayılıyordu. Uluslararası arenaya hızlı bir giriş yapan ve Brezilya’da hemen “güzel oyun” olarak anılmaya başlayan futbol, kısa zamanda uluslararası müsabakalara da sahne olmaya başlıyor ve dünyanın ilk milli futbol maçı, futbol topunun boyutunun FA tarafından standardize olduğu yıl olan 1872’de, İskoçya’daki Quenns Park’da, İskoçya - İngiltere arasında oynanıyor ve golsüz sona eriyordu. 1873’de kurulan İskoçya Futbol Federasyonunu, 1876’da Galler Futbol Federasyonu takip ediyordu.

 

Futbolun çağı başlıyor

FA Kupası futbol oyununu tüm İngiltere’de inanılmaz bir hızla popüler hale getiriyor, futbol milli spor olarak tanınarak geniş kitleler tarafından büyük bir tutkuyla oynanmaya ve heyecanla takip edilmeye başlanıyordu.


FA’nın kurulduğu 1863’den, 1872’deki FA Kupasına kadar, sadece 15 futbol kulübü üye olarak FA Kurallarına bağlı bir şekilde futbol oyununu icra ederken, 26 üyeden oluşan Sheffield Birliği ile, tamamen bağımsız diğer futbol takımları oyunu kendi kurallarına göre oynamaya devam ediyorlardı. Tarihdeki ilk organize futbol turnuvası olan FA Kupasının başarısının dayanılmaz cazibesi, Sheffield Birliği’nin 1877’de FA’ya katılmasına neden oluyor, bunu diğer bağımsız futbol takımlarının art arda katılımları izliyor ve 1881’e gelindiğinde FA üyelerinin sayısı 128’i buluyordu. 128 üyenin 80’i Güney, 41’i Kuzey İngiltere’de, 6’sı İskoçya’da, 1’i ise Avustralya’da kurulu futbol kulüplerinden oluşuyordu. (Pie Chart: FA Üyeleri, 1881)


Bu arada FA oyuna yeni kuralları adapte ederek futbolu geliştirmeye devam ediyor, 1877’de futbol maçları 90 dakika ile sınırlandırılıyor. 1878’de hakemler düdük kullanmaya başlıyor, 1882’de tüm kulüpler maçlarda üst direk, kısa bir süre sonra ise direkler arasında file kullanmak zorunda kalıyorlardı.

 

İlk takım Blackburn Rovers

30 yıl gibi kısa bir süre içerisinde peşi sıra birbirini takip eden tüm bu hızlı gelişmeler, futbolu ayrı bir kulvara sokuyor ve Preston North End ile Upton Park arasında 1884 Ocak ayında oynanan FA Kupası maçından sonra, Upton Park takımı Preston’ın kadrosunun, oyunu zevk almak için oynayan amatörlerden ziyade futbol oynamak karşılığında para alan profesyonel oyunculardan oluştuğunu iddia ederek, Preston’un kurallara aykırı hareket ettiği savıyla FA’ya başvuruda bulunuyordu.


Preston yöneticileri takımdaki oyuncuların hizmetleri karşılığında para aldıklarını kabul ediyor, fakat bu durumun futbol müsabakalarında genel bir uygulama olduğunu söyleyerek, kuralları ihlal etmediğini savunuyordu. FA ilk defa gündeme gelen profesyonellik olgusunun mevcut futbol standartlarına uymadığına hükmediyor ve Preston’u turnuvadan ihraç ediyordu.


Aston Villa ve Sunderland gibi oyuncularına para ödeyen diğer takımları yanına alan Preston, Ekim 1884’de, FA’yı Federasyondan ayrılarak yeni bir oluşum yaratmakla tehdit ediyor, bu karşılık FA, Preston yöneticilerininde aralarında bulunduğu bir alt komiteyi bu hassas konuyu incelemekle görevlendiriyordu.


Yapılan değerlendirme neticesinde, FA, “belli kısıtlamalar” eşliğinde profesyonelliğin futbol takımları nezdinde yasal hale gelmesini futbolun “yüksek menfaatleri” açısından faydalı bulduğunu Temmuz 1885’de ilan ediyor, belli kısıtlamalar ise kulüplerin sadece faaliyette bulundukları yer veya bu yerin 6 mil çapında bulunan bölgede en az 2 yıldır yaşayan oyunculara para ödeyebilmeleri hususu oluyordu.


Futbol kulüpleri nezdinde oyunculara para ödenerek profesyonellik kavramının yasallaşması üzerine, hızlı davranan Blackburn Rovers kendini ivedilikle profesyonel bir futbol kulübü olarak FA’da tescil ettiriyor ve 1885-86 sezonundaki futbol takımı oyuncularına ödediği 615 Poundluk ücretle, profesyonel futbolun ilk kulüp temsilcisi oluyordu.

 

İlk futbol ligi kuruluyor

Oyunculara para ödenmesi, o dönemde sayıları limitli olan iyi oyuncuları kulüplerin kadrolarına almak için ciddi bir rekabet oluşturuyor ve Kulüplerin giderlerini önemli oranda yükselten bu ani maliyet artışı, maçların kalabalık bir seyirci kitlesi önünde her hafta sonu organize bir şekilde oynanmasını bir zorunluluk haline getiriyordu.
Aston Villa, Derby County, Notts County, Stoke, West Bromwich Albion, Wolverhampton Wanderers, Accrington, Blackburn Rovers, Bolton Wanderers, Burnley, Everton ile Preston North End, gelirlerini artırmanın yollarını tespit etmek üzere Nisan 1888’de biraraya geliyorlar ve farklı alternatiflerin masaya yatırıldığı toplantılar neticesinde bu birliktelikden Eylül 1888’de, Dünyanın ilk futbol liginin kurulması kararı çıkıyordu. Bundan sonra, Futbol Ligini oluşturan 12 takımdan her birinin, biri kendi, diğeri ise rakip sahada yapacağı maçlar devreli bir lig içerisinde haftasonları oynanacaktı.

 

Halkın oyunu kapalı gişe

İngiliz işçi sınıfı, saat 15:00’de başlayan lig maçları vasıtasıyla, 1750’lerde başlayan Sanayi Devrimi'nden bu yana ilk defa olmak üzere, cumartesi öğleden sonralarını ucuz ve eğlendirici bir şekilde değerlendirmek üzere aradıkları vazgeçilmez bir aktiviteye kavuşacak ve toplumun yeniden yapılanmasına ön ayak olacak bu haftasonu aktivitesi, 20. Yüzyılda yavaş yavaş gelişerek önemli bir endüstri halini alacaktı. 700 yıla yakın kuralsız ve “kaçak” olarak oynanmasına rağmen gönüllerde taht kuran futbol, kitleler arasında “yeni bir din” gibi hızla yayılıyor ve “Halkın Oyunu” tüm ihtişamıyla bundan sonra kapalı gişe oynamak üzere artık dünya sahnesine çıkıyordu.

 

FUTBOLUN TARİHİ

Modern futbolun geldiği noktayı analiz edebilmek için futbolun tarihsel gelişimini anlatmaya başladığımız geçen haftaki yazıda, Antik Yunan'da, ellerin de kullanıldığı "çok sert ve vahşi" bir oyun olan "Harpaston"un, Roma İmparatorluğu zamanında topa ayakla vurmanın da eklenerek "Harpastum" adını almasından sonraki süreci anlatmıştık. Bu yazıda da 20. yüzyılda modern futbolun ortaya çıkışından UEFA'nın kuruluşuna kadar geçen sürenin gelişimini inceleyeceğiz.


8 Eylül 1888'de 12 takımın katılımıyla İngiltere'de başlama vuruşu yapılan dünyanın ilk futbol liginin şampiyonu, 18 galibiyet, 4 beraberlikle namağlup olarak en yakın rakibine 11 puan fark atmayı başaran Preston North End oluyordu. Aynı yıl İngiliz Futbol Federasyonu (FA) Kupası'nı da kazanan ve 1889-90 sezonunda da şampiyon olan Preston'un başarısının arkasında yatan neden, yöneticilerinin İngiltere, İskoçya ve Galler'in en iyi atletlerini gerek yüksek ücretler ödeyerek gerekse futbol dışında iyi maaş veren işler bularak kadrolarına dahil etme becerisini diğer kulüplerden önce gösterebilmiş olmalarıydı.

 

İlk lig şampiyonluğunu namağlup kazanan Preston North End (1888-89 sezonu)

Preston'un taktiğini çözen ve daha yüksek bütçelere sahip olan Derby County, Everton, Sunderland ve Aston Villa gibi futbol kulüpleri Preston'un kadrosundaki futbolcuları takip eden yıllarda transfer edecekler ve Preston bundan sonra lig şampiyonluğunu bir daha kazanamayacaktı.


1891-92 sezonunda İngiliz Futbol Ligi, 14 takıma çıkıyor, artık oyunun sahadaki tek hâkimi haline gelen hakemlere yardımcı olmak üzere yan hakemler oyuna dahil oluyor ve ceza sahasında yapılan kusurlu hareketlere ceza olarak penaltı kavramı doğuyordu. Bununla birlikte hakemleri kandırmaya yönelik hileler de ilk defa yeşil sahalardaki yerini alıyordu.


1892-93 sezonunda lig sayısı 2'ye çıkıyor, orijinal lig Division 1 (1. Lig) olarak adlandırılarak takım sayısı 16'ya çıkarken klasman olarak altında kurulan lig Division 2 (2. Lig) adıyla 12 takımla oynanmaya başlanıyordu. 1893-94 sezonunda 2. Lig 15 takıma çıkarılıyor ve takip eden yıllarda dünyada kitleleri peşlerinden sürükleyecek Arsenal, Liverpool ve Newcastle United gibi kulüpler ilk defa liglerde yer almaya başlıyorlardı. 1898-99 sezonunda ise her iki lig de 18'er takıma çıkıyor ve 2 lig arasında küme düşme ve çıkma karara bağlanarak, 2. ligin ilk 2 takımı, bir sonraki sezon 1. ligin son 2 takımının yerini alıyorlardı. İngiliz Futbol Ligi'nin kurulduğu 1888 yılından 1899'a kadar geçen süre içerisinde, 5 kere şampiyon olan Aston Villa, ligin ilk yıllarının en başarılı takımı olarak dikkat çekiyor, 1900-1901 sezonunu ise Division 1'in sona ererek yerini Premier Lig'e bırakacağı 1991-92 sezonuna kadar bu unvana toplam 18 kere sahip olarak rekor kıracak Liverpool futbol takımı ilk defa şampiyon olarak bitiriyordu.

 

Demiryolları ve taraftarlar

1890'ların başında kalifiye bir işçinin eline haftada 2 Pound'dan az geçerken bir futbol ligi maçını seyretmenin maliyeti 6 İngiliz Kuruşu (Penny), alternatif eğlence şekilleri olan sinema veya tiyatroya gitmenin bedeli ise sadece 3 Penny idi. Futbol ligi yöneticilerinin, bu heyecan verici hareketli oyuna yönlenen kitlelerin yoğun ilgisi neticesinde maçlara gelmek isteyen kalabalıklardan alt gelir seviyesine sahip olanların maçlara girişinin zorlaşması açısından, bilet ücretini bilerek pahalı tutmaları ve yüksek seyahat masrafları nedeniyle maçları takip edenler orta sınıfı temsil eden kalifiye işgücü arasından çıkmakta ve maçları ortalama 3 bin kişi seyretmekteydi.


Demiryollarının tüm ülkeye yayılmasıyla şehirlerarası seyahat etme maliyetleri ucuzlayacak ve tuttuğu futbol takımının hafta sonu maçlarını sürekli takip eden "futbol taraftarları" olgusu ortaya çıkacaktı. 1901'de Tottenham Hotspur ile Sheffield United arasında oynanan FA Kupası'nı seyirci rekoru kırılarak 114 bin kişi izleyecekti. 1905'te kurulan Chelsea, Fulham Broadway tren istasyonuna olan yakınlığı nedeniyle Stamford Bridge'i stadı olarak belirliyor, Tottenham Hotspur'un stadı ise White Hart Lane tren istasyonuna olan yakınlığı sayesinde her maçını on binlerce kişiye oynuyordu. Trenlerin halk tarafından kullanımının artışıyla birlikte, Manchester United tren istasyonuna yakın olan Old Trafford Stadı'na, Arsenal ise Highbury Stadı'na taşınıyorlardı.

 

Futbol dünyaya yayılıyor

İlk Futbol Ligi'nin etkisi, o dönemde İngiliz İmparatorluğu'nun dünyaya egemen olan gücünün de kapsama alanıyla İngiltere'den diğer bölgelere dalga dalga yayılıyor, 1889 yılında İngiltere dışında ilk futbol ligi Danimarka'da oynanmaya başlanıyor, bunu 1892'de Arjantin ligi takip ediyordu. 1893'te İtalya'nın ilk futbol kulübü Cenova, 1898'de ise İspanya'nın ilk futbol kulübü Athletico Bilbao kurulacak ve bu oluşumu Avrupa'nın önde gelen ülkeleri olan Fransa, Almanya, İspanya, Hollanda ve Belçika'da art arda kurulan onlarca kulüp büyük bir heyecanla takip edecekti.


Futbol takımlarının kuruluşu, ülkelerin futbol federasyonlarının da kurulmasına ön ayak olacak, 1889 yılında kurulan Hollanda ve Danimarka federasyonlarını, sırasıyla 1891'de Yeni Zelanda, 1893'te Arjantin, 1895'te Şili, İsviçre ve Belçika, 1898'de İtalya, 1900'de Almanya ve Uruguay ve 1901'de Macaristan izleyeceklerdi.


Futbolun ülkelere hızla yayılmasıyla birlikte, futbol takımlarının kurulmasıyla uluslararası maçlar da oynanmaya başlıyor, "milli takımlar" ortaya çıkıyordu. Birleşik Krallık'ı oluşturan ülkeler İngiltere, İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler arasında 1884'te dünyanın ilk uluslararası futbol turnuvası "Home Championship" (Vatan Şampiyonluğu) adı altında düzenlenecek ve bu turnuva 1984'e kadar tam 100 yıl varlığını sürdürecekti.


Avrupa'da olduğu gibi futbol dünyada da hızla gelişmeye başlıyor ve Avrupa dışında kayıtlara geçen ilk futbol maçı 1867'de ülkedeki demiryollarını inşa eden İngiliz işçilerinin katılımıyla Arjantin'de oynanıyordu. Günümüzde ön plana çıkan birçok futbol kulübünün geçmişine bakıldığında, İngiliz vatandaşlarının kuruluşlarındaki etkileri görülmektedir. Bunun en güzel örneği ise Brezilya'daki Corinthians FC'dir. Kökeni Londralı amatör bir futbol takımı olan Corintians'ın oyuncuları, İngiliz Futbol Ligi ve FA Kupası'na dahil olmaktansa, Amatör Futbol Federasyonu'na üye olmayı tercih etmişler ve dünyayı dolaşmaya karar vererek, Brezilya'nın Sao Paulo kentindeki bir grubu etkilemeyi başarmışlardı. Bu güzel oyuna hemen âşık olan küçük ama tutkulu grup, 1910'da kendilerine "Corinthians Paulista Spor Kulübü" adını verecekler ve yıllar içerisinde Güney Amerika'nın ve dünyanın en önemli kulüplerinden biri haline geleceklerdi.

 

İlk olimpiyatlar da İzmirli

İlk kez 1896'da Atina'da düzenlenen olimpiyat oyunlarında futbol oyunu milli takımlar bazında halen emekleme döneminde olduğundan resmi olarak programa dahil edilmiyor, bununla birlikte gayri resmi bir futbol turnuvası kapsamında sadece 2 maç yapılıyor ve ilk maçta İzmir'i temsil eden bir takım Atina XI isimli takımı mağlup ediyor, Danimarkalı bir takıma ise yeniliyordu.


1900'de Paris'te düzenlenen Olimpiyatlarda futbol ilk defa yarışmalara dahil ediliyor ve olimpiyatlara futbol takımlarını gönderen sadece 3 ülke olan İngiltere, Fransa ve Belçika aralarında oynadıkları gösteri maçları sonrasında sırasıyla altın, gümüş ve bronz madalyaları alıyorlardı. 1904'te ABD'nin St. Louis kentinde düzenlenen 2. olimpiyat oyunlarına da sadece 3 futbol takımı ülkelerini temsilen katılarak gösteri maçları yapacaklar, Kanadalı Galt FC altın, ABD'li Christian Brothers gümüş, yine ABD'li St. Rose Parish bronz madalyayı alacaklardı.


1920'lerde olimpiyatlarda futbol branşı Uruguay ve Arjantin'in turnuvaya katılmalarıyla iyice önem kazanacak fakat 1930'da Uruguay'da düzenlenecek ilk Dünya Kupası'nın önemini kaybetmemesi için FIFA'nın isteğiyle futbol 1932 Los Angeles Olimpiyatları'na dahil edilmeyecek, 1936 Berlin Olimpiyatları'nda ise futbol geri dönecekti. Futbolun profesyonelleşmesi ile birlikte amatör futbolcuların mücadele ettiği olimpiyatlar futbol açısından önemini kaybedecek ve o yıllarda futbolun halen devlet desteğiyle amatör olarak oynandığı Doğu Bloku ülkeleri 1948-80 yılları arasında düzenlenecek olan 9 olimpiyatta, toplam 27 madalyanın 23'ünü kazanacaklardı.

 

FIFA kuruluyor

21 Mayıs 1904'te Fransız Futbol Federasyonu'nun Paris'teki merkezinde "International Federation of Association Football-Uluslararası Futbol Federasyonu" (FIFA) kuruluyor ve Belçika, Danimarka, Fransa, Hollanda, İspanya, İsveç ve İsviçre, 7 kurucu ülke olarak bu ilk uluslararası futbol organizasyonunda yerlerini alıyorlardı. Almanya hemen FIFA'ya katılırken, futbolun mucidi İngilizler başta bu yeni oluşumun dışında kaldıklarından, FIFA'ya soğuk yaklaşıyorlarsa da bu uluslararası organizasyona 1905'te dahil oluyorlardı. 1912'ye gelindiğinde FIFA'ya üye ülke sayısı 25'e çıkıyor, futbola ara verilmek zorunda kalınan 1. Dünya Savaşı sonrasında, 1925'te FIFA'nın üye sayısı 36'ya çıkıyordu.

 

Endüstrinin ilk emareleri...

Futbolun kitlelere yayılarak yoğun ilgiyle takip edilmesi neticesinde, güzel oyun yavaş yavaş kendi endüstrisini de yaratıyor, transfer edilen profesyonel futbolcular, parayla seyredilen futbol maçları gibi ekonomik güç muhteva eden yapılanmalardan sonra, İngilizler 1920'de lig maçlarını tahmin ederek bahse girmek üzerine kurulmuş ilk spor toto uygulamasını Birmingham'da başlatacaklardı.


28 Mayıs 1928'de Amsterdam'da toplanan FIFA Kongresi'nde dönemin FIFA Başkanı Jules Rimet'in rüyası gerçekleşiyor ve ilk Dünya Kupası'nın düzenlenmesine karar veriliyordu. Futbolu dünyaya armağan eden İngilizler, FIFA'ya karşı uyguladıkları boykot nedeniyle FIFA tarafından ilk dünya kupasına davet edilmiyorlar ve bu durumunda etkisiyle ilk dünya kupası 1930'da Uruguay'da düzenleniyordu. 1930'da üye sayısı 41 olan FIFA'nın düzenlediği ilk dünya kupasına, 4'ü Avrupa (Fransa, Belçika, Romanya, Yugoslavya) ve 9'u Amerika (Brezilya, Arjantin, Peru, Uruguay, Şili, Bolivya, ABD, Meksika ve Uruguay) kıtasından olmak üzere toplam 13 milli takım katılıyor, finalde Arjantin'i 4-2 yenen Uruguay ilk dünya kupasını 93 bin seyirci önünde kaldırıyordu.

 

İlk dünya şampiyonluğunu Uruguay milli takımı kazandı (1930)

 

Mitropa Cup

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun 1. Dünya Savaşı sonrasında dağılmasıyla birlikte, Orta Avrupa'nın birçok ülkesinde profesyonel futbol ligleri kuruluyor ve uluslararası bir kulüp turnuvasının yeni kurulan profesyonel takımları finansal açıdan destekleyeceği fikrinden yola çıkılarak, "Mitropa Kupası" ilk defa 1927'de oynanmaya başlanıyordu. İlk yıl turnuvaya Avusturya, Macaristan, Çekoslovakya ve Yugoslavya'dan 2 futbol takımı katılıyor ve kupayı AC Sparta Prag kazanıyordu. 1929'da Yugoslav takımlarının yerini İtalyanlar alıyor, 1934'te ise turnuvaya katılım her ülkeden 4 takıma çıkarılıyordu. Sonraları Mitropa Kupası'na İsviçre ve Romanya da katılıyor ve 2. Dünya Savaşı nedeniyle 1940-50 arası turnuvaya ara veriliyordu. 1951'den itibaren "Zentropa Kupası" adı altında tekrar oynanmaya başlayan tunuva, Avrupa futbol kulüpleri arasında yeni turnuvaların düzenlenmesiyle birlikte statüsünü kaybederek katılımcı sayısı azalsa da 1992 yılına kadar varlığını sürdürüyordu.


2. Dünya Savaşı sonrasında, Mitropa Kupası'na katılımın azalması yeni bir turnuvanın düzenlenmesine ön ayak oluyor ve Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz'in futbol takımları "Copa Latina" (Latin Kupası) adı altında maçlar yapmaya başlıyorlardı. Katılımcı ülkelerin kendi liglerinin sona ermesinden sonra, her ülkenin şampiyon futbol takımları arasında mini bir turnuva şeklinde oynanan bu kupanın da ömrü fazla uzun olmayacak, 1949 yılında başlayan turnuva 1957'de Avrupa Kupası'nın ortaya çıkışıyla birlikte sona erecekti. 8 yıl süren turnuvada, kupayı ilk şampiyon FC Barcelona 2, son şampiyon Real Madrid 2, AC Milan 2, Benfica 1, Fransız Stade de Reims ise 1 kere kaldıracaklardı.

 

UEFA kuruluyor

2. Dünya Savaşı sonrası milli takımların kozlarını paylaştığı dünya kupaları, 4 yılda bir uluslararası heyecan yaratırken Avrupalılar bu heyecanı her yıl kıtalarında organize bir şekilde düzenlenen turnuvalar vasıtasıyla futbol kulüpleri arasında yaşamak amacıyla, 15 Haziran 1954'te İsviçre'nin Basel şehrinde 25 ülkenin futbol federasyonlarının katılımıyla Union of European Football Associations'ı (UEFA, Avrupa Futbol Federasyonları Birliği), FIFA'nın 6 kıta organizasyonundan biri olarak kuracaklar ve günümüzde 53 ülke federasyonun üye olduğu bu dev organizasyon, Avrupa'da tüm kulüp takımları ve milli takımların aralarındaki maçları, Şampiyonlar Ligi, UEFA Kupası, Avrupa Şampiyonası, Süper Kupa, Avrupa-Güney Amerika Kupası, Intertoto Kupası ve UEFA Kadınlar Kupası gibi uluslararası turnuvalar nezdinde düzenlemekten sorumlu olarak büyük bir maddi güce kavuşacaktı.


Artık, futbol endüstrisinin yavaş fakat emin bir şekilde ortaya çıkması için gerekli zemin oluşmuştu.

 

İlk futbol kuralları

Modern futbolda da geçerliliğini halen koruyan resmi kurallar, 1898'de, 17 başlıkta toplandı. Bunlar sırasıyla:
1. Oyun Sahası 2. Top 3. Oyuncu Sayısı 4. Oyuncu Ekipmanları 5. Hakemler 6. Yan Hakemler 7. Oyun Süresi 8. Oyunun Başlaması 9. Topun Oyun İçi ve Dışında Olması 10. Gol Vuruşu 11. Ofsayt 12. Fauller 13. Frikik 14. Penaltı 15. Taç 16. Kale Vuruşu ve 17. Korner olmak üzere 17 ana başlık altında toparlanıyordu.

 

Televizyon gelirleri göz kamaştırınca Şampiyonlar Ligi'nin ömrü uzadı

Modern futbolun geldiği noktayı analiz edebilmek için futbolun tarihsel gelişimini anlatmaya başladığımız son 2 yazıda, Antik Yunan'daki köklerinden, beşiği olan İngiltere'de 20. yüzyılda şekillenen evrelerinden bahsetmiştik. Bugün ise UEFA'nın kuruluşundan günümüzdeki endüstriyel futbolun oluşumuna kadar yaşanan sürecin ana kilometre taşlarını irdeleyeceğiz.


2. Dünya Savaşı sonrası milli takımların kozlarını paylaştığı dünya kupaları, 4 yılda bir uluslararası heyecan yaratırken Avrupalılar bu heyecanı her yıl kıtalarında organize bir şekilde düzenlenen turnuvalar vasıtasıyla futbol kulüpleri arasında yaşamak amacıyla 15 Haziran 1954'te İsviçre'nin Basel şehrinde 25 ülkenin futbol federasyonlarının katılımıyla Union of European Football Associations-Avrupa Futbol Federasyonları Birliği'ni (UEFA), FIFA'nın 6 kıta organizasyonundan biri olarak kuracaklar ve günümüzde 53 ülke federasyonunun üye olduğu bu dev organizasyon, Avrupa'da tüm kulüp takımları ve milli takımların aralarındaki maçları, Şampiyonlar Ligi, UEFA Kupası, Avrupa Şampiyonası, Süper Kupa, Avrupa-Güney Amerika Kupası, Intertoto Kupası ve UEFA Kadınlar Kupası gibi uluslararası turnuvalar nezdinde düzenlemekten sorumlu olarak büyük bir maddi güce kavuşacaktı.

 

İlk gece maçı 1953'te

1953 yazında İngiliz Wolverhampton Wanderers (Wolves) futbol takımının stadına oyunun tarihinde ilk defa projektörler kuruluyor ve seyircilerin maça olan ilgileri ile futbolcuların ışıklar altında performanslarını test etmek üzere bu statta üst üste İngiliz olmayan futbol takımlarıyla maçlar oynanıyor, bunlardan Macarların Honved takımıyla oynanan ve Wolves'in 3-2 galibiyetiyle sonuçlanan maç futbol tarihinde ilk defa BBC tarafından "canlı" olarak televizyondan yayımlanıyordu. O tarihlerde "efsane" olarak tanınan Macar milli takımına üst üste yenilen İngiliz milli takımının verdiği acının da etkisiyle İngiliz gazeteleri bu galibiyeti nedeniyle Wolves'u dünyanın en iyi futbol takımı olarak lanse etmeye başlıyorlar ve bu abartılı görüş başta Fransızlar olmak üzere Avrupa'nın diğer gazeteleri tarafından yüksek sesle eleştiriliyordu.

 

Şampiyon Kulüpler Kupası

UEFA, kuruluşuyla birlikte Avrupa'nın önde gelen kulüplerinin mücadele edeceği prestijli bir kupa organize etmek üzere çalışmalarına başlayacak ve UEFA'nın 2 Mart 1955'te Viyana'da düzenlenen ilk kongresinin hemen akabinde, işin garip tarafı kendi girişiminin dışında gelişen bir uluslararası turnuva fikrini kısa bir sürede hayata geçirme başarısını gösterecekti.


Fransız spor gazetesi L'Equipe, "Avrupa'nın en iyi futbol takımını belirlemenin zamanı geldi" sloganıyla bir turnuvanın detaylı bir projesini hazırlıyordu.
2 Mart 1955'teki ilk UEFA kongresini fırsat bilen L'Equipe gazetesinin temsilcileri, Avrupa'da futbolun düzenleyicisi konumuna gelmiş bu yeni organizasyona, kendi dizayn ettiği Avrupa Kupası fikrini benimsetmeye çabalıyorlardı.


L'Equipe gazetesi tarafından geliştirilen "Avrupa Kupası" projesinde, turnuvaya katılan takımların ülkelerinin şampiyonları olması öngörülmüyor ve izleyicilerin ilgisini en üst düzeyde çekecek reputasyon'a sahip futbol takımlarının turnuvaya davet edilmesi düşünülerek o dönem Avrupa'nın önde gelen 18 futbol takımının temsilcileri turnuvanın kurallarını tespit etmek üzere 2-3 Nisan 1955'te Paris'e davet ediliyorlardı. Bu Kulüpler: Rot-Weiss Essen (Almanya), Chelsea FC (İngiltere), SK Rapid (Avusturya), RSC Anderlecht (Belçika), KB Kopenhag (Danimarka), Hibernian FC (İskoçya), Real Madrid CF (İspanya), Stade de Reims (Fransa), Flamengo (Hollanda), Honvéd SE (Macaristan), AC Milan (İtalya), Sporting CP (Portekiz), 1. FC Saarbrücken (Almanya), Malmö FF (İsveç), Servette FC (İsviçre), TJ Sparta Prag (Çekoslovakya), FK Dinamo Moskova (SSCB), FK Partizan (Yugoslavya).


Paris'teki toplantı büyük bir başarı elde ediyor ve modern futbol endüstrisinin ilk ayak sesleri eşliğinde Avrupa Kupası turnuvasının ilk gelirlerinin paylaşım modeli ortaya çıkıyordu.

 

Gelir nasıl paylaşıldı

Fransızların teklifine göre, her maçın gelirinden lokal vergiler, statların kirası (o tarihlerde bazı ülkelerde statların sahibi kulüpler değil belediyelerdi, Türkiye'de durum halen bu şekilde devam etmekte!), organizasyon ile hakem masrafları ve misafir takım için 1.000 ABD Doları düşülecek ve geri kalan gelirin; 1) Yüzde 5'i ev sahibi takımın Futbol Federasyonu'na; 2) Yüzde 60'ı ev sahibi takıma; 3) Yüzde 30'u oynadıkları maç sayısına bağlı olarak tüm katılımcı takımlar arasında paylaşılmak üzere bir havuza; 4) Yüzde 5'i ise organizasyonun masraflarına ayrılacaktı.


Sonuç olarak, o tarihlerde Avrupa'nın en büyük statlarından birine sahip olan Real Madrid FC'nin Başkanı Santiago Bernabeu'nun, kendi stadının seyirci kapasitesinin maksimize edeceği gelirleri kulübüne yontmak yerine rekabeti güçlendirmek adına ortaya attığı fikri kabul görecek ve her maçın gelirinin her 2 takım arasında eşit olarak paylaşılmasına karar verilecekti.


Avrupa'nın önde gelen kulüp temsilcilerinin kararlarına uymayı ilk önce reddederek, L'Equipe gazetesi tarafından dizayn edilen "Avrupa Kupası"nı oyunun kurallarını kendi koymadığı için organize etmeyi istemeyen UEFA, alternatif bir turnuva hazırlığına girişecek ve her yıl uluslararası fuar düzenleyen Avrupa şehirlerinin belediyelerinin önerisiyle bu şehirlerin futbol takımlarının katılacağı ve tüm masrafları belediyeler tarafından ödenecek bir turnuva düzenlemek amacıyla 10 Nisan 1955'te Basel'de, UEFA temsilcileri ve belediye meclislerinin katıldığı bir toplantıda "Inter-Cities Fairs Cup-Fuar Şehirleri Kupası" adı altında yeni bir Avrupa turnuvası oluşturacağını açıklayacak ve bu turnuvaya Barselona, Basel, Birmingham, Brüksel, Budapeşte, Stockholm, Frankfurt, Lozan, Leipzig, Londra, Milan, Moskova, Paris, Viyana ve Zagreb şehirlerinin muhtelif futbol takımlarının katılacağını duyuracaktı.

 

FIFA devrede

Avrupa'da işlerin iyice karıştığını anlayan FIFA, dünya futbolundaki en yüksek karar verici organ olan "direktörler komitesi"ni 7 Mayıs 1955'te Londra'da acil olarak toplayacak ve Avrupa futbolundaki kaotik durumu şekle sokmaya çalışacaktı. Bu acil toplantıdan, 3 farklı "Avrupa turnuvası"nın başlangıcının resmi olarak kabul edilmesi kararı çıkacak ve bu 3 turnuva; L'Equipe gazetesinin turnuvası, Fuar Şehirleri Kupası ve daha önceki yazımızda anlattığımız Mitropa Kupası olacaktı. L'Equipe gazetesinin turnuvasının organize edilebilmesi için ise FIFA; 1) katılan takımların kendi ülkelerinin futbol federasyonları tarafından onaylanmaları; 2) turnuvanın UEFA tarafından organize edilerek denetlenmesi; 3) "Avrupa Kupası" orijinal unvanının gelecekte Avrupa ülkelerinin milli takımları nezdinde oynanması muhtemel olan turnuvalar için rezerve edilmesi ve bu nedenle L'Equipe gazetesi turnuvasının "Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası" adı altında organize edilmesi şartlarını getirecekti.

 

Endüstrinin ilk galipleri

17 Mayıs 1955'te Madrid'de toplanan, yeni kurulan "Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası Yönetim Komitesi", FIFA'nın turnuva için ortaya koyduğu şartları kabul ediyor ve UEFA Başkanı Danimarkalı Ebbe Schwartz'ı kendilerine katılmak üzere davet ederek turnuvaya katılacak takımları ve maç tarihlerini kesin olarak belirliyorlardı. 21 Mayıs'ta UEFA temsilcileri ve yönetim komitesi Paris'te bir araya geliyorlar ve UEFA, bu yeni doğan ve daha sonra "Şampiyonlar Ligi" haline gelecek bu önemli organizasyonu alınan kararları uygulayacak şekilde organize etme görevini üstleniyordu.


Kısa bir sürece sığdırılan bütün bu gelişmeler neticesinde, "Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası", dünyanın en prestijli turnuvası olarak yeşil sahalarla ilk kez 4 Eylül 1955'te buluşuyor ve Lizbon'da Sporting CP ve FK Partizan arasında oynanan ilk maç 3-3 sona eriyordu.


Kurmuş olduğu kendine has başarılı modeliyle ayrı bir yazı konusu olacak olan Real Madrid CF, gösterdiği üstün performansla sadece ilk Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası Şampiyonu olarak kalmayacak; 5 sene üst üste, Avrupa'daki tüm kulüplerin hayallerini süsleyen bu prestijli kupayı kaldıracak ve 1955 yılından, bugüne kadar toplam 9 kere bu onuru yaşayacaktı. Her biri modelleri açısından ayrı yazı konularımızı oluşturacak olan FC Bayern Münih, AFC Ajax, FC Barcelona, Liverpool FC ve AC Milan ise bu turnuvanın tarihinde önemli başarılara imza atacak diğer büyük takımlar olacaklardı.

 

Şampiyonlar Ligi

Yıllar içerisinde yüksek izleyici sayısıyla özellikle televizyonların Avrupalı evlerde yaygınlaşmasına ön ayak olan Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası, naklen yayın gelirlerinin inanılmaz boyuttaki artışıyla futbolun büyük bir endüstri haline gelmesine de zemin oluşturmuştu. İlk dönemlerinde turnuvanın doruğa çıktığı an, 1960 yılında Glasgow'da oynanan finalde, Real Madrid'in Eintracht Frankfurt'u 7-3'lük skorla hezimete uğrattığı maç oluyor ve maçı BBC naklen yayımlarken Avrupa'da bir futbol final karşılaşmasını statta izleyen seyirci sayısı 135.000 kişiyle günümüzde bile halen geçerliliğini koruyan rekor olarak tarihteki yerini alıyordu.


Gezegenin bu en önemli ve prestijli turnuvasındaki ana değişim noktası 1992/93 sezonunda yaşanacak ve bu tarihe kadar eleme usulüyle oynanan kupanın ismi "Şampiyonlar Ligi" olarak değiştirilerek eleme maçlarından önce takımların 4'erli gruplarda biri kendi, diğeri rakip sahada olmak üzere toplam 6 maç yapacağı adeta bir mini lig halini alacaktı. Ayrıca turnuvada toplam 8 grup oluştuğundan, Şampiyonlar Ligi birkaç yıl içerisinde 8 takımdan 32 takıma çıkacak ve gerçek bir Avrupa Ligi haline gelerek hem salı hem de çarşamba akşamları oynanmaya başlanarak izleyici sayısını artıracaktı.

 

UEFA Kupası oluyor

FIFA'nın almış olduğu kararla Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'ndan bir yıl sonra 1956'da düzenlenmeye başlayan Fuar Şehirleri Kupası'nın ömrü kısa sürüyor ve FC Barcelona ilk şampiyon olarak tarihe adını yazdırıyordu. 1971'de UEFA, Fuar Şehirleri Kupası'nın organizasyonunu kendi üzerine alıyor ve "UEFA Kupası" adı altında turnuvanın formatını yeniden düzenliyordu. Ülkelerin puanlarını dikkate alarak her yıl yapılan sıralama hesaplamalarına göre ülke şampiyonlarının ve kendi liglerini ülke sıralaması izin verdiği takdirde 2., 3. ve 4. bitiren takımların direkt veya ön eleme turlarında başarılı olduktan sonra katılma hakkını elde ettiği Şampiyonlar Ligi'nden sonra, Avrupa'nın 2. önemli futbol turnuvası haline gelen UEFA Kupası'na kendi liglerini ön sıralarda bitiren takımlar katılıyordu.


Varlığı sona eren Fuar Şehirleri Kupası'nı kalıcı olarak müzesine götürecek takımı belirlemek için turnuvanın ilk şampiyonu FC Barcelona ve son şampiyonu Leeds United arasında play-off maçları yapılacak ve FC Barcelona UEFA Kupası'nın babası olan Fuar Şehirleri Kupa'nın daimi sahibi olacaktı. 1971-72 sezonundaki ilk UEFA Kupası, Tottenham Hotspur'a gidecek, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası galibi ve UEFA Kupası galibinin kozlarını tek maçta paylaşacağı ilk "Süper Kupa"yı ise AFC Ajax kazanacaktı.

ligler haricinde oynanan ülke kupalarını kazanan takımlardan oluşan ve adına "Kupa Galipleri Kupası" denilen yeni bir organizasyona UEFA tarafından imza atılacak ve ilk sezonda bu kupayı AC Fiorentina kaldıracaktı. Kupa Galipleri Kupası, 1999-00 sezonundan itibaren UEFA Kupası'na dahil olacak, ülkelerin kupalarının galipleri artık UEFA Kupası'nda mücadele etmeye başlayacaklardı.

 

Sıra Avrupa Kupası'nda

FIFA tarafından 1930 yılından beri organize edilen Dünya Kupası'nın geniş kitleleri peşinden sürükleyen heyecanını artık Avrupa sınırları içine de taşımayı arzu eden UEFA, kurucuları arasında yer alan Fransız Henry Delaunay'ın 1927'de ortaya attığı fikri sonunda realiteye dönüştürüyor ve milli takımların mücadele edeceği bir uluslararası turnuva düzenlemeye başlıyordu. 1958'de 17 milli takım arasında oynanmaya başlayan ve 2 yıl süren eleme maçları sonucunda, 1960'ta Fransa'da düzenlenen ilk Avrupa Kupası turnuvasının finaline sadece 4 takım katılıyor ve Paris'teki finalde Yugoslavya'yı 2-1 yenen SSCB milli takımı ilk Avrupa Şampiyonu unvanını kazanıyordu. 1964'te İspanya'da düzenlenen turnuvayı ev sahibi ülke kazanıyor, 1968'de İtalya'nın ev sahibi ve aynı zamanda şampiyon olduğu turnuva ise ilk defa "UEFA Avrupa Şampiyonası" adı altında oynanıyor ve eleme usulü maçlar yerini günümüzde de geçerliliğini koruyan grup maçlarına bırakıyordu.


Başlangıçta sadece 4 takımla oynanan finaller, 1980'de 8 takıma, 1996'da ise 16 takıma çıkarılıyor ve finallere ulaşabilmek için 48 milli takım 2 sene boyunca grup maçlarında kozlarını paylaşıyorlardı. Avrupa Kupası'nı en fazla kazanan milli takım 1972, 1980 ve 1996 yıllarında Almanya oluyor, onu 2 kere ile Fransa, 1 kere ile ise İtalya, İspanya, Hollanda, Danimarka, Çekoslovakya, SSCB ve son şampiyon Yunanistan izliyordu.

Modern futbolun kodlarını belirlemek için ortaya çıkan İngiltere Futbol Federasyonu'nun kuruluş tarihi olan 1863 yılını, modern futbolun miladı olarak kabul edersek, bu güzel oyun yaklaşık 100 yıllık bir süreçte son 3 yazımızda özetlemeye çalıştığımız şekilde tarihsel gelişmini tamamlamış ve bundan sonraki yazılarımızda kapsamlı olarak inceleyeceğimiz "Futbol Endüstrisi"nin ortaya çıkması için gerekli zemin artık oluşmuştu
KAYNAK : http://www.futbolekonomi.com/index.php/haberler-makaleler/genel/126-mete-ikiz/247-futbolun-tairhsel-gelisimi.html

EFSANE ŞEYTAN RIDVAN


Türk futbolcu ve teknik direktör, futbol yorumcusu.
15 Ağustos 1962’de, Aydın’ın Nazilli ilçesinde Mehmet Lütfü Bey ile Makbule Hanım’ın dördüncü ve son çocukları olarak dünyaya gelen Dilmen, spora atletizmle başladı, daha sonra futbola yöneldi. Küçük yaşına rağmen, mahalle takımlarının aranan ismiydi. Gazoz ve şekere karşılık, mahalle arası transfer olduğu söylenir. Mahalle maçlarında herkes kendine bir futbolcunun adını yakıştırırken, o Fenerbahçeli Cemil Turan’dı. Küçük yaşlardan itibaren Fenerbahçe taraftarı olduğunu saklamayan Dilmen, sarı-lacivertli takımın maçlarını izleyebilmek için, İzmir’e otostop yaptığını belirtir. 12 yaşındayken, babasını kaybeden Rıdvan’ın ağabeyi Ercüment, ailenin geçimine katkıda bulunmak için Denizlispor’da bir süre futbol oynadı.
Futbolculuk kariyeri
Şeytan lakaplı Rıdvan Dilmen 13-14 yaşlarında, mahalle arasında oynarken keşfedilmiş ve daha sonra Nazilli Sümerspor’da futbola başlamıştır. O sezon takımı yenilgisiz şampiyon olmuştu. Daha sonra, Muğlaspor, Rıdvan’ı transfer etmek istedi ancak kulübü bu öneriyi geri çevirdi. Sonunda, pazarlık reddedilmez noktaya geldi ve 25 futbol topu karşılığında, Muğlaspor antrenörü Kemal Dirikan tarafından transferi gerçekleşti.
Rıdvan’ın oynadığı sezon Muğlaspor, amatör ligden ikinci lige çıktı. Dirikan’ın "Şeytan gibi bir zekan var" sözü, Rıdvan’ın hala anıldığı "Şeytan" lakabının temeli oldu. Muğlaspor’da oynadığı futbolla büyük takımların dikkatini çekmeye başlayan 19 yaşındaki Dilmen, sezon sonunda birinci lig takımı Boluspor’a transfer oldu. Takım ilk maçını, Ali Sami Yen Stadı’nda, Fenerbahçe’yle, ikinci maçını da Galatasaray’la oynadı. Böylece Dilmen, rüyalarını süsleyen Fenerbahçe ile ilk kez karşılaşmış oldu.
1-1 biten maçın ertesi günü, Dilmen’in adı, Ziya Şengül, İslam Çupi gibi önemli yazarların köşelerinde geçiyordu ve hakkında yapılan yorumlarda "Türkiye’de bir yıldız doğuyor. Gelecek hafta Boluspor - Galatasaray maçında Rıdvan’ı mutlaka izleyin!" ifadeleri kullanılıyordu. Bir hafta sonra Boluspor’un Galatasaray'a 2-1 kaybettiği maçta, takımının tek golünü kaydeden Rıdvan, aynı akşam açıklanan milli takım kadrosunda yerini aldı.
İki yıl Boluspor’da oynayan ve sonra Sarıyer’e transfer olan Dilmen, dört yıl da Sarıyer forması giydi. 1987 - 1988 sezonu sonunda Fenerbahçe’ye sansasyonel bir şekilde transfer olan futbolcu, kendi deyimiyle 'hayallerini gerçekleştirdi'.
1988 - 1989 sezonunda, kariyerinin zirvesine çıkan Dilmen’in takımı Fenerbahçe, 103 gol atarak şampiyon oldu. Aykut, Oğuz, Hakan, Schumacher gibi oyuncuların bulunduğu takımda, Dilmen, 19 gol atıp, 41 gol attırarak, şampiyonlukta büyük rol oynadı.
1989 - 1990, Rıdvan şanssız bir sezon geçirdi. Trabzonspor’un Yugoslav oyuncusu Yesiç’in tekmesiyle sağ ayağı sakatlanan Rıdvan’ın, futbol hayatı dalgalanmaya başladı. Dört kez dizinden ameliyat olan Dilmen’e doktorları altı ay oyun yasağı koymasına karşın, üç ay sonra sahalara döndü. Ancak bu erken dönüş, sakatlığının bir türlü iyileşmemesine yol açtı. 1991’de, Galatasaray maçında sol omzu kırılan Rıdvan, yine uyarılara kulak asmadı ve İzlanda - Türkiye milli maçına çıktı. 90. dakikada omzu aynı yerden bir kez daha sakatlandı. Eskiye dönmek için çaba harcayan Rıdvan’ın şevki, tekrarlayan sakatlıklar ve nükseden ağrılar yüzünden kırıldı. Taktik zekası ve oyun kabiliyetiyle göz dolduran Rıdvan, sonraki dönemde sınırlı sayıda maç oynayabildi. 1994’de, Ali Şen’in başkanlık yaptığı Fenerbahçe’yle, karşılıklı olarak yollarını ayırdı.
Rıdvan Dilmen, Dünya Karması'nda Camp Nou'da genç yıldızlar Zinedine Zidane ve Xavi Hernandez'in kaptanı sıfatıyla oynamıştır.
Maç takviminin uyuşmaması yüzünden, jübilesi üç kez ertelenen Rıdvan, 31 Ocak 1996’da, -7 derecelik bir havada jübilesini yaptı. Soğuk yüzünden, sadece 1982 seyircinin bulunduğu maçta Şeytan, sevenlerini golsüz bırakmadı. Jübilesinde gol atan ender futbolculardan biri olarak sahadan ayrılan Rıdvan Dilmen, futbol kariyerini, 81’si Fenerbahçe’de olmak üzere, toplam 152 golle tamamladı. 34 kez Türkiye A millî takımı forması giyen Rıdvan, bu formayla da, 5 gole imzasını attı.
Teknik direktörlük kariyeri
Futbol hayatına teknik direktörlükle yeni bir sayfa açan Rıdvan, Vanspor, Konyaspor, Altay, Karşıyaka, Adanaspor ve Fenerbahçe’de teknik direktörlük yaptı.
1996-97 sezonunda Ali Şen'in isteğiyle Fenerbahçe'de menajerliğe geçti. Sezon sonunda görevine son verildi, daha sonra TV programlarına yorumcu olarak katılan Rıdvan Dilmen 1998-99 sezonunda Bank Asya 1. Lig'de 0 puanla son sırada bulunan Vanspor'un başına geçti, Vanspor'u şampiyon yapıp Süper Lig'e taşıdı. 1999-00 sezonunda Fenerbahçe'nin başına getirildi. Fakat namağlup olmasına rağmen Fenerbahçe’nin UEFA kupasından elenmesi sonucunda görevini bıraktı.
Daha sonra Altay ile anlaştı. Burada da yükselme maçlarında Altay’ın başarılı olamaması sonucunda görevinden ayrıldı.
2001-02 sezonunda anlaştığı Adanaspor’dan da ayrılmak zorunda kalan Rıdvan Dilmen; 2003 yılında Bank Asya 1. Lig A klasmanında yer alan Karşıyaka'da teknik direktör olarak görev aldı. Fakat Karşiyaka'da başarılı olamadı.
Yorumculuk kariyeri
NTV Spor'daki %100 Futbol programında yorumculuk ve Sabah gazetesinde köşe yazarlığı görevine devam eden Rıdvan Dilmen aynı zamanda Fanatik gazetesinde İddaa tahminleri yapmaktadır. Zaman zaman da Şampiyonlar Ligi'ndeki önemli maçları Star TV'de yorumlamaktadır. 1 Ağustos 2010 tarihinde Sabah gazetesine geçmiştir.
Futbol dışındaki hayatı
Yönetmenliğini Ali Taner Baltacı ve Cem Yılmaz'ın üstlendiği 2008 filmi A.R.O.G'da rol aldı.
KAYNAK:http://www.milliyet.com.tr/ridvan-dilmen/

EFSANE BABA HAKKI YETEN



1yaşında iken ailesi İstanbul'da Beşiktaş semtine yerleşti. Babası Binbaşı Mahmut Nedim Bey 1914'de I. Dünya Savaşı'nda şehit düşünce o da asker olmaya karar verdi. 5 kardeşiyle birlikte yaşam savaşı veren Hakkı Yeten askeri okula yazıldı. Bu dönemde Beşiktaş Muradiye semtinde futbola başladı. Maltepe, Halıcıoğlu ve Kuleli askeri takımlarında oynadı. Beşiktaş Futbol Şubesi’nin kurucusu Şeref Bey tarafından Siyah-Beyazlı renklere kazandırıldı. Bu arada askerlik mesleğini bırakarak 1937 yılında Hukuk Fakültesi'ni bitirdi ve avukat oldu.
Futbol Kariyeri 
Karagümrük'de oynadığı dönemde; Bozkurt Kulübü, Karagümrükle bir maç almıştı. Bozkurt takımı devrin kuvvetli kulüplerinin futbolcularıyla takviye edilmişti. Rakip kaleyi zamanın meşhur kalecilerinden; Harbiyeli Paşa Sırrı koruyordu. Maç Halıcıoğlu Sahası'nda yapılacaktı. Maç günü takımlar karşılıklı dizildiği zaman, Baba Hakkı 'nın olmadığı farkedildi. Maç başladıktan az sonra Hakkı Yeten, Balat istikametinden gelen bir sandal içinde göründü. Taraftarlar oyunu bırakmış sevinçle ona doğru koşmaya başladı. Maça geç kaldığını anlamış olacak ki; sandalda soyunuyordu. O sahile çıktı, idareciler da takım kaptanı Sebahattine geldiğini haber verdi. Fakat Kaptan Hakkı 'nın geç kalmasına kızarak oyuna sokmadı. Maçın ikinci yarısında Hakkı'nın oynaması için İdareciler, Sabahattin'i ikna ettiler. Kaptan da verdiği cezayı yeterli görerek Hakkı Yeten 'i oyuna dahil etti. O gün yarım devre oynayan Hakkı Yeten, Bozkurt takımına 6 gol attı.
900 - Hakkı Yeten (Hakkı Baba) Kimdir?
901 - Hakkı Yeten (Hakkı Baba) Kimdir?
1931 yılında Hakkı Karagümrük'te oynarken Şeref BeyFenerbahçeliZeki Rıza Sporel'den daha atik davranarak Beşiktaş'a maletti. 17 yıl boyunca Beşiktaş formasını giydi ve bu dönemde takım kaptanlığı yaptı.
Beşiktaş forvetinde özellikle sağ açık olarak yer aldı. Otoriter ve teknik oyunculuğuyla kısa sürede kaptan oldu. Özellikle disipline verdiği önem nedeniyle kısa süre içinde “Baba” lakabını aldı. Saha dışında da tam bir beyefendi olan Hakkı Yeten, güçlü yapısıyla rakip oyuncularla ikili mücadelelerde kollarını açar ve karşı takım oyuncusu önüne geçemezdi. Askerliği yüzünden Ankara Demirspor'da oynadığı 1 sezon hariç hep Beşiktaş'ta oynadı.
Beşiktaş formasıyla gol kralı da oldu. İngilizArsenal'den teklif aldığı ancak kabul etmediği söylenir. Oynadığı 439 maçta 382 gol kaydederek Beşiktaş 'ın en golcü futbolcusu olmuştur. Derbilerde de en çok gol atan futbolculardandır. Hem Fenerbahçe'ye hem Galatasaray'a 30 gol atarak çok zor kırılacak bir rekora sahiptir.
1948 yılında (38 Yaşında) bir maçta taraftarın onu ıslıklamasından sonra
"Bu formayı bana taraftar giydirdi. Şimdi onlar isteyince de çıkarırım"”
diyerek futbolu o maçta bırakmıştır.
Otoriter yapısı ve takım üzerindeki ağırlığı üzerine anlatılanlar gerçekten bugünkü profesyonel futbolda zor inanılacak olaylardır. Bu anılara örnek olarak; kırmızı kart gören futbolcunun önce Baba Hakkı 'ya dönerek,"Çıkayım mı?" diye sorması ve o "Evet" deyince çıkması veya Harp Okulu ile Ankara'da oynanan ve ilk yarısı 3-0 yenik kapanan maçın devre arasında soyunma odasında
"Dönüş biletleriniz yırtarım, yürüyerek İstanbul'a dönersiniz"”
tehditi sonucu maçın ikinci yarısında Beşiktaş'ın 6 gol atarak maçı 6-3 kazanması verilebilir.
Ne kadar amatör ruha sahip olduğuna ve sportmenliğine örnek olarak anlatılan başka bir olay ise şu şekildedir.Fenerbahçe ile Şeref Stadı'nın çamurlu ortamında oynanan maçta Beşiktaş 2 farklı skorla önde gitmektedir. Maçın ortasında Beşiktaş atakları ardarda devam ederken orta sahada Fenerbahçe kaptanının yanına gelen Hakkı Yeten şöyle der:
"Arkadaşlarına söyle biraz maça asılsınlar bu maçın zevki böyle çıkmaz."”

Başarıları Takım 

  • İstanbul Lig Şampiyonluğu 
    • 1933-1934Beşiktaş J.K.
    • 1938-1939Beşiktaş J.K.
    • 1939-1940Beşiktaş J.K.
    • 1940-1941Beşiktaş J.K.
    • 1941-1942Beşiktaş J.K.
    • 1942-1943Beşiktaş J.K.
    • 1944-1945Beşiktaş J.K.
    • 1945-1946Beşiktaş J.K. (8 Yılda 7 kez.)

  • İstanbul Şilt Kupası Şampiyonluğu 
    • 1934-1935Beşiktaş J.K.
  • İzmir Uluslararası Fuar Kupası Şampiyonluğu 
    • 1943Beşiktaş J.K.
  • Milli Lig (Türkiye Ligi) Şampiyonluğu 
    • 1940-1941Beşiktaş J.K.
    • 1943-1944Beşiktaş J.K.
    • 1946-1947Beşiktaş J.K.
  • İstanbul Kupası Şampiyonluğu 
    • 1943Beşiktaş J.K.
    • 1945Beşiktaş J.K.
  • Başbakanlık Kupası Şampiyonluğu 
    • 1944Beşiktaş J.K.
    • 1947Beşiktaş J.K.
  • Kişisel
  • İstanbul Lig Gol Kralı 
    • Beşiktaş J.K.
Milli Takım Kariyeri 

II. Dünya Savaşı nedeniyle Türkiye A Milli Takım çok az sayıda maç yaptığından Hakkı Yeten de yalnızca 3 kez ay-yıldızlı formayı giyebildi. 27 Eylül1931’de Bulgaristan’a 5-1 yenildiğimiz maçta tek golümüzü Baba Hakkı atmıştı.

Teknik Direktörlük Kariyeri iki defa, 1948-1949 ve 1950-1951 yılları arasında Beşiktaş teknik direktörlüğü yapmıştır.

Başkanlık Kariyeri Futbol Federasyonu'nda asbaşkanlık görevi de yapan Yeten, 3 kez Beşiktaş Başkanlığı yapmıştır. Yönetimde olmasa da her zaman takım içinde söz sahibi olan Hakkı Yeten sert ve otoriter tutumunun ve hem kendi takımındaki hem de rakip takımdaki futbolculardaki ona karşı duyulan saygı nedeniyle Baba Hakkı unvaniyla anılmıştır.
KAYNAK:
http://www.delinetciler.org/besiktas/70639-hakki-yeten-hakki-baba-kimdir.html

TAÇSIZ KRAL METİN OKTAY

TAÇSIZ KRAL

Türk futbol tarihinin unutulmaz futbolcularından olan Metin Oktay, 2 Şubat 1936 tarihinde, İzmir’in Karşıyaka ilçesinde, daha önce sekiz kız çocukları olmuş fakat bu çocukların beşini kaybetmiş bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Karşılaşmalardaki golcü kimliği ve gol krallıkları yaşamış bir futbolcu olması sebebiyle, “Taçsız Kral” lakabıyla anılmaktadır.
1952 yılında futbol kariyeri başlayan Metin Oktay, ilk çıktığı maçlardan itibaren, Türk futbol tarihinin önemli bir bölümüne iz bırakacağının temellerini atmıştı. İzmir’in yerel takımlarından olan Damlacıkspor’da futbol kariyerine başlayan Oktay, hayran olduğu futbolcu Sait Altınordu’dan dolayı, burada 8 numaralı formasıyla mücadele etmiştir. Metin Oktay’ın futbol dolayısıyla kazanç sağladığı ilk maç ise hayli ilginçtir. Çeşme’nin Alaçatı beldesinde oynanan ve Damlacıkspor’un 4-1 kazandığı hazırlık maçında 2 gol atan Metin Oktay’a, teknik direktörü Arif Hantal’ın verdiği 2,5 lira, Oktay’ın futboldan kazandığı ilk para olarak tarihte yerini almıştır.
5445_d82da2f00fe769bcdd0f97fac2a4a2d8Metin Oktay, 1953-1954 yılları arasında Yün Mensucat’ın altyapısında oynamıştır. Futbolcu, 1954-1955 sezonu başlamadan önce İzmirspor’a transfer olarak profesyonel kariyerine adım atmıştır. Galatasaray formasını ilk kez sırtına geçirdiğinde, denenmesi için Beşiktaş’a karşı oynatılmıştır. 7 Mayıs 1955 tarihinde, Beşiktaş ile oynanan Atatürk Kupası maçında ise, denenmesi amacıyla Galatasaray forması giymiştir. Yalnızca bir maç deneme için giydiği bu forma, Metin Oktay’ın bir kulübün efsanesi olacağının da habercisidir.
Metin Oktay, 1955 yılında Galatasaray ile anlaştı. O dönem, yine bir başka efsane isim olan Gündüz Kılıç’ın teknik direktörlüğünü yaptığı Galatasaray takımı ile 5 yıllığına anlaşan Oktay’a, sözleşmesi karşılığında, taksi plakalı bir Chevrolet marka otomobil verildi. Efsane futbolcunun, Galatasaray forması ile attığı ilk gol ise, 28 Ağustos 1955 tarihinde Beyoğluspor ile oynanan ve Galatasaray’ın 3-0 kazandığı hazırlık maçında gerçekleşmiştir. 9 Ekim 1955 tarihinde ise, İstanbul Profesyonel Ligi’ndeki ilk maçında, İstanbulspor’a karşı oynamış ve Galatasaray formasını resmi olarak ilk kez giymiştir. 16 Ekim 1955 tarihinde ise, Galatasaray ve Fenerbahçe arasında oynanan ilk resmi derbi maçta, ilk derbi deneyimini yaşamıştır.
5445_metin-oktay-b26 Ağustos 1956 tarihinde, Dinamo Bükreş ile oynanan Şampiyon Kulüpler Kupası ön eleme maçı, Türk takımlarının Avrupa kupalarındaki ilk maçı olarak tarihe geçmiştir. Bu tarihi maçta, Galatasaray’ın tek golünü atan Metin Oktay ise, Avrupa kupalarında gol atan ilk Türk oyuncu olma başarısını göstermiştir. 1955-1956 ve 1957-1958 sezonlarında, İstanbul Profesyonel Ligi’nde Galatasaray adına şampiyonluklar yaşarken; üç sezon üst üste de gol kralı ünvanının sahibi oldu. 1959 yılında kurulan Milli Lig’in ilk üç sezonunda da, gol kralı ünvanını korumaya devam etti.
29 Ocak 1959 tarihinde, Oya Sarı ile İzmir’de dünya evine girdi. Fakat aynı yıl içinde, eski takımı İzmirspor’dan gelen transfer teklifini reddetmesi ve İstanbul’daki kulübü Galatasaray’da futbola devam etmek istemesi, aile içinde kriz çıkardı. Eşinin “Ben mi, Galatasaray mı?” restine karşı, “Galatasaray. Çünkü o daha vefalı!” cevabını verdi ve eşinden ayrıldı. Efsane futbolcu, 1961 yılında, İtalya Serie A Ligi’nden Palermo takımı ile anlaştı. Oynadığı sezonun dördüncü haftasındaki Roma deplasman maçında, bir röveşata golü atarak maçın önemini tarihsel ve estetik anlamda farklı kılmayı başardı. Yaklaşık olarak bir sene görev aldığı Palermo’da, 12 resmi maçta oynadı ve 3 gol atmayı başardı.
Metin Oktay, ertesi sene Galatasaray’a geri döndü. Buradaki ikinci döneminde üç kez lig şampiyonluğu, dört kez Türkiye Kupası ve iki kez de Cumhurbaşkanlığı Kupası şampiyonluğu yaşadı. Tüm bunlara ek olarak, 1962-1963, 1964-1965 ve 1968-1969 sezonlarında, toplamda üç gol krallığı daha elde etti. 1962-1963 sezonunda, maç başına 1,46 gol ortalamasıyla oynaması, lig tarihinin bir sezondaki en verimli golcüsü olma ünvanını da kendisine kazandırmış oldu. Galatasaray formasıyla toplam 324 lig maçında oynayan Metin Oktay, 294 gol atarak hem Galatasaray’ın, hem de Türk futbol tarihinin en çok gol atan oyuncuları arasında yer aldı.
7 Kasım 1962 tarihinde yapılan ve Galatasaray’ın 4-1’lik galibiyeti ile sonuçlanan Polonia Bytom maçında, efsane futbolcu 3 gol atmış, böylece Avrupa kupalarında hat-trick yapan ilk Türk futbolcu olma ünvanını da kazanmış oldu.
10 Haziran 1969 tarihinde, İnönü Stadyumu’nda oynanan Galatasaray – Fenerbahçe karşılaşmasında, henüz 13. dakikada Yugoslav hakem Markovic, Metin Oktay’a kırmızı kart gösterdi. Bu kararın ardından saha karıştı ve hakem bu kararını geri almak zorunda kaldı. Maçın 37. dakikasında sol kanattan ilerleyerek kaleye yönelen Oktay’ın çektiği şut golle sonuçlandı. Atılan bu gol, Fenerbahçe kalesinin ağlarını da delerek, tarihte yerini aldı.
23 Ağustos 1969 tarihinde İnönü Stadyumu’nda oynanan ve 1-1 berabere biten Galatasaray – Fenerbahçe maçında jübilesini yapan Oktay, aktif futbolculuk kariyerine böylece nokta koymuş oldu. Bu maçı özel yapan bir başka neden ise, Fenerbahçeli Can Bartu ile Galatasaraylı Metin Oktay’ın, maçın son kısımlarında formalarını değiştirerek, karşı takımlar adına mücadele etmeleri oldu.
5445_metin_oktay_-_lefterMetin Oktay’ın Milli Takım Kariyeri
Metin Oktay, ilk defa 1955 yılında giydiği Türkiye Milli Futbol Takımı forması ile 36 maçta görev aldı ve 19 gol attı. Bu özelliği ile, 51 gollü Hakan Şükür, 22 gollü Tuncay Şanlı ve 21 gollü Lefter Küçükandonyadis’in ardından, Cemil Turan ve Nihat Kahveci ile beraber, milli takımlar tarihindeki en golcü dördüncü oyuncu olma başarısı gösterdi. Bir dönem, Milli Takım’ın kaptanlık pazubandını da takarak, kaptanlık onurunu taşımış oldu. 11 Aralık 1968 tarihinde oynanan Kuzey İrlanda maçına da kaptan olarak çıktı ve son kez Milli formayı o maçta giydi.
Metin Oktay’ın Futbolculuk Sonrası Dönemi
Taçsız Kral, aktif futbolculuk yaşantısını noktalar noktalamaz, dönemin Galatasaray teknik direktörü Tomislav Kaloperovic’in yardımcılığına getirildi. Takip eden zamanda, yardımcı teknik adamlık ve sonrasında da bir dönem Bursa’da teknik direktörlük görevlerini yürüttü. Sonrasında ise Galatasaray Spor Kulübü’nde yöneticilik ve bir takım gazetelerde spor yazarlığı yaptı. 1965 yılında, kendi hayatı üzerinden yazılan senaryoya sahip Taçsız Kral filminde başrol oynadı. Atıf Yılmaz filmin yönetmenliğini yaparken, Ajda Pekkan, Ayten Gökçer ve Gönül Yazar da oyuncular arasındaydılar.
13 Eylül 1991 tarihinde, saat 4.15 civarlarında, Boğaziçi Köprüsü çıkışında geçirdiği trafik kazası sonucu, kaldırıldığı Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde hayata veda etti. Yapılan açıklamada, vücudunun muhtelif yerlerinde kırıklar olduğu ve iç kanamadan dolayı vefat ettiği bildirildi. Cenazesi, Topkapı’daki Kozlu Mezarlığı’na defnedildi.
KAYNAK:http://www.bilgiustam.com/metin-oktay-kimdir/